İlk Kral Kahraman: Gılgameş

Gılgameş Sümerlilerin medeniyet açısından en gelişmiş şehirlerinden birisi olan Uruk’un krallarından birisidir. Babasının kendisinden önce Uruk kralı olan Emmerkar olduğu iddia ediliyor.

Hikayeye göre bir gün Gılgameş’in dedesi (iki önceki kral) bir falcıdan aldığı kehanete göre kızından doğacak olan çocuğun kendisini öldüreceğini öğrenir. Buna önlem olarak bir kule yaptırtarak kızını bu kuleye kapattırır. Başına da bir bekçi diker. Kız bir şekilde hamile kalır ve Gılgameş’i doğurur. Bunu gören bekçi kendi canını kurtarmak için bebeği camdan atar. Tam o esnada kulenin yanından geçen bir kartal bebeği yakalar ve bir hurma bahçesinin yanına bırakır. (burdan Fatma Girik’in bebeğini çalan kartal efsanesine kaynaklık etmiş olabileceğini çıkarabiliriz 😀 neyse şaka şaka) Bebeği gören bahçıvan onu alır ve evine götürür. Adını her şeyi bilen ve gören anlamına gelen “Gılgameş” koyarlar.
 
Gılgameş büyüyüp genç bir delikanlı olunca kendisini yetiştiren bahçıvana teşekkür eder ve onun yanından ayrılıp diyar diyar gezmeye başlar. Uğradığı her yerden farklı farklı bilgiler edinir, okuma yazma öğrenir, ve ondan yardım isteyen herkese yardım etmekten geri durmaz. En sonunda kendi şehri olan Uruğa gelir. Uruk şehrinde o sırada kral yeni ölmüştür ve kralın soyunu devam ettirecek kimse olmadığı için şehrin yöneticisi yoktur. Gılgameş yakışıklı, güçlü boylu poslu bir delikanlıdır. Onu gören şehir sakinleri şehirlerinin kralı yapmak isterler. Gılgameş de bu teklifi seve seve kabul eder.

 Öncelikle Uruk, Sümer ülkesinin en gelişmiş şehirlerinden birisidir. Şehrin baş tanrısı, en büyük tanrı olan gök tanrısı An’dır.(Sümerlilerde her şehrin baş tanrısı olur ve bu tanrıların özelliklerine göre şehir çeşitli işlerle uğraşır. Daha doğrusu Sümerliler kendi uğraştığı işlere göre kendi şehirlerine tanrılar atfetmişlerdir.) Ayrıca Bereket Tanrısı İnanna ve Çoban Tanrısı Dumuzi de Uruk şehrinde yaşamaktadırlar bu yüzden tarım ve hayvancılık bakımından çok verimli bir şehirdir.

 Gılgameş şehrin başına geçtiği anda şehrin sorunlarını ele almaya başlar. Şehir bu güzel özelliklerinden ötürü geri kalmış çevre şehirler tarafından çok kıskanılmakta ve saldırılara maruz kalmaktadır. (Hatta öyle ilkel oldukları tabletlerde yazdığı üzere ev yapmayı bilmedikleri, ölülerini gömmeyi bilmediklerini ve eti çiğ olarak yedikleri söyleniyor) Bu yüzden Gılgameş, Uruğu daha güvenli bir yer haline getirmek için etrafına surlar ördürtür.

Her şey güzel gitmekteyken Gılgameş büyük bir yalnızlığın içinde bulur kendisini. Uruk şehrinde kendisine denk olan arkadaşlık edebileceği kimse yoktur. Bir gece bir rüya görür. Rüyasında gökten bir taş düştüğünü, o taşı yerinden kımıldatmaya çalıştığını ama kımıldatamadığını, halkın onun etrafına toplanıp taşı öptüğünü ve hep birlikte taşı annesine getirdiğini, annesinin taşı kendisiyle bir tuttuğunu görür. Bu rüyayı annesine anlatır. Annesi ise kendisine bu rüyanın anlamının kendisine her açıdan denk bir arkadaşla karşılaşacağını, ve annesinin de onu kendisi kadar seveceğini, yalnızlığının sona ereceği olduğunu anlatır. Gılgameş bir rüya daha görür. Bu sefer de şehir meydanında bir balta durduğunu, insanların ona baktığını ve kendisinin baltayı çok sevip üzerine bindiğini, annesinin de ondan baltayı ayırmadığını anlatır. Annesi bu rüyanın da anlamının kendisine yakın zamanda çok iyi bir arkadaş geleceğini, onu kardeş gibi seveceği olduğunu anlatır.
 
Bu sırada bu olaylardan bağımsız olarak bir gün ormanda avlanan bir avcı su kenarında avlanırken etrafında çeşitli hayvanlarla dolaşan, iki ayaklı kıllı bir yaratıkla karşılaşır. Buna çok şaşıran avcı hemen babasının yanına gider ve gördüklerini anlatmaya başlar. Ertesi gün baba oğul birlikte o su kenarına gider ve beklemeye başlarlar. O sırada yine aynı yaratık gelir. Babası ve avcı bu yaratığın bir insan olduğuna karar verirler ve onu ehlileştirmeye, medenileştirmeye karar verirler. Avcı bunu kendilerinin yapamayacağını söyler. Babası avcıya İnanna’nın tapınağındaki rahibelere haber vermesini ve durumu anlatmalarını ister. Görevlendirilen Şamhat adında bir rahibe elinde liriyle(eski dönemlerde kullanılan bir çalgı) yanlarına gelir ve kendisini aynı yere götürmelerini ister. Kıllı yaratık geldiği zaman rahibe Şamhat elindeki lirini çalmaya başlar ve yaratığın yanına gider. Yaratık da ona yaklaşır. Şamhat ona sarılır ve sakinleştirir. Adını Kırların Adamı anlamına gelen “Enkidu” koyar. Ona adını söylemeyi öğretir. Saçını ve sakalını keser ve bir güzel yıkar. Enkidu yakışıklı ve güçlü bir şehir erkeği gibi olur. Şamhat ona yemeyi, içmeyi, konuşmayı, sevmeyi ve sevişmeyi öğretir. Enkidu büyük bir dikkatle ve hızla kendisine öğretilen her şeyi öğreniyor ve günden güne gelişiyordu.

 Gün gelir ve Şamhat artık Enkidu’ya “gel seni şehrimiz olan Uruk’a götüreyim. Orada yiyip içip çok eğleneceksin, kendin gibi arkadaşlar edineceksin, özellikler seni kralımız Gılgameşle tanıştırmak istiyorum. O çok güçlü ve yakışıklı bir adam. Bu güne kadar kimse ona karşı çıkamadı” der. Bunu duyan Enkidu: “ben ondan daha güçlüyüm. Hemen gidip onunla karşılaşmak istiyorum” der.
 
Şamhat, Enkidu ile birlikte Uruk şehrine gelir. O gün şehirde Dumuzi ve İnanna’nın kavuşmalarını simgeleyen yeni yıl başlangıcı için şenlikler yapılıyordu. Halk Enkidu hakkında konuşmaya başlarken, Gılgameş de o sırada şehir meydanına geliyordu. Enkidu, Gılgameş’in karşısına çıktı ve göğüs göğüse geldiler. İkisi birbirlerine sarılıp boğuşmaya başladılar. Boğuşmada bir türlü bir taraf bir tarafa denk gelemiyordu. Bu esnada Gılgameş’in ayağı tökezler ve yere düşecekken Enkidu onu elinden tutarak düşmekten kurtarır. Böylece dostlukları başlar.

 Gılgameş sonunda kendisine arkadaşlık edecek birisini bulduğu için mutluydu ancak şanına şan katmak için bir şeyler yapmak istiyordu. Sedir ormanlarındaki Ejder Huvava’yı öldürme kararı alır. Enkidu bu işte arkadaşını yalnız bırakmayacağını ancak bu ejderin çok tehlikeli olduğunu ve nefesinin bir tufan gibi olduğunun söylendiğini söyler. Gılgameş ise yalnızca tanrıların ölümsüz olduğunu, ancak kendilerinin ejderi öldürürlerse adlarının ölümsüz olarak yaşayacağını söyleyerek Enkidu’yu ikna eder.

 Yola çıkarlar. Yedi dağ aşarlar, yiyecekleri biter hayvan avlayıp yerler, biraları biter pınarlardan su içerler ve sonunda canavarın yaşadığı sedir ormanının yanına gelirler. Canavar onların geldiğini anlayarak nefesiyle Gılgameş’e üfler ve onu uyutur. Arkadaşlarının uyandırmasıyla birlikte derin uykusundan kalkar ve ormanın içine dalarlar. Bir fırtına çıkar ve canavarı şaşırtır. Bundan yararlanan Gılgameş canavarı ayağının altına alır. Canavar kendisini bırakması halinde insanlara zarar vermeyeceğini, bu ormandan istedikleri kadar ağaç kesmelerine izin vereceğini söyler. Gılgameş canavarı öldürmekten vazgeçecekken, Enkidu: ”Bu canavarın sözlerine mi inanıyorsun, adı üstünde canavar öldürmeliyiz onu” der ve Gılgameş’i ikna eder. Canavarı öldürürler. Ormandan çıkmadan önce ise ormanın en güzel ağacını keserler (huluppu ağacı) ve yanlarında götürürler.
 
Gılgameş bu yaşananlardan sonra hem tanrıların, hem insanların gözünde büyük bir kahraman olur. Arkadaşı Enkidu ile de dostlukları pekişir. Öyle ki herkes çocuklarına onlar gibi arkadaş olun diye onları örnek gösterir. Ama bu mutlulukları çok uzun sürmeyecekti.

 Tanrıça İnanna, Gılgameş’in bu kahramanlığından etkilenip ona göz koymuştu. Tanrıça İnanna en güzel giysilerini ve süslerini giyinip Gılgameş’in yanına gider. Bunu gören Gılgameş şaşırır ve bir Tanrıçanın neden kendi ayağına geldiğini düşünür. İnanna Gılgameş’e onunla evlenmeye karar verdiğini söyler. Gılgameş ise bu teklifi kibarca nasıl reddedebileceğini düşünür. Çünkü tanrıça İnanna’nın, eski kocası Dumuzi’yi yer altına gönderdiğini bilmektedir ve aynısının kendi başına geleceğinden korkar ve tanrıça’ya diğer sevgililerinin başına gelenleri bildiğini, bundan korktuğu için kendisiyle evlenmekten korktuğunu söyler.

 İnanna reddedildiği için çok sinirlenir. Gök tanrısı An’a gider ve kendisine Gök Boğasını vermesini, bu sayede Uruk şehrini yerle bir edebileceğini söyler. An başta vermek istemez ancak İnanna’nın ölüleri yer altından çıkartıp insanlara musallat edeceği tehdidine dayanamayıp verir. İnanna boğayı şehrin üzerine salar ve boğa etrafı yıkıp dökmeye başlar. Bunu gören Gılgameş ve Enkidu boğayı kıskıvrak yakalayarak öldürür. Bunu gören İnanna çok kızar ve başlarına çok kötü şeyler geleceğini söyler. Enkidu ise boğanın sağ kalçasını keserek İnanna’ya fırlatır ve imkanı olsa onu da böyle yapacağını söyler.
 
Tanrılar Meclisi Gök Boğasının öldürülmesine çok kızar ve bu yüzden Gılgameş ve Enkidu’dan birisinin öldürülmesi kararını alırlar. Enkidu’yu seçerler. Enkidu’nun başına bir hastalık getirirler. Enkidu yataklara düşer. Gılgameş onun için her şeyi seferber eder ancak bir çare bulunamaz. Nihayetinde Enkidu ölür. Gılgameş yedi gün yedi gece arkadaşının üstüne kapanarak kalır. Enkidu’nun vücudu çürümeye ve kurtlanmaya başlayınca sonunda öldüğünü kabullenir ve üzerinden kalkar.
 
Enkidu’nun şanını yaşatmak için onun heykelini yaptırır ve yas ilan eder ama acısı yine de dinmez. Dostunu bir daha görmek için tanrıların yanına gider. Tanrı Enlil ve Nanna ona aldırmaz ve umursamazlar. Bilgelik Tanrısı Enki’nin yanına gider. Enki ona bu isteğinin imkansız olduğunu, yer altına gidern kimsenin oradan çıkamayacağını, sadece bir tanrı olduğu için 6 aylığına bu iznin Dumuzi’ye verildiğini söyler. Tek çözüm yolunun Güneş Tanrısı Şamaş’ın yeraltına bir delik açarsa Enkidu’nun gölgesinin kısa bir süreliğine yeryüzüne çıkabileceğini söyler. Enki’nin ısrarı üzerine Şamaş bunu kabul eder ve iki arkadaş yeniden buluşurlar. Gılgameş yer altı dünyasının nasıl olduğunu sorar ve Enkidu’nun anlattıklarından çok korkar, ve ölümsüzlüğün peşine düşer.
 
Ölümsüzlüğe ulaşan tek insan olan Utnapiştim’i (Ziusudra(Sümerlilerde tufan hikayesi)) bulmaya karar verir. Utnapiştim çok uzaklarda bulunan Tanrı Bahçesi’nde ölümsüz bir yaşam sürüyordu. Gılgameş çok uzun bir yolculuktan sonra Maşu Dağı’nın kapısına gelir. Kapısındaki akrep şeklindeki bekçiyi ikna eder ve içeriye girer. Güneş tanrısının bahçesiyle karşılaşır. oradaki bir içki evine gider ve orada Siduri adında bir kadınlar karşılaşır. kadın önce Gılgameş’ten korkar. Sonra kim olduğunu anlayınca sakinleşir. Gılgameş’e, Urşanabi adında bir kayıkçı olduğunu ve onu oraya götürebileceğini söyler. Gılgameş Urşanabi’yi bulur. Urşanabi ona 60 mete uzunluğunda kürek yerine geçecek ağaçlar kesmesini ve onları ziftlemesini söyler. Gılgameş söyleneni yapar. En sonunda uçsuz bucaksız denizi geçerler ve Utnapiştim’i görürler. Utnapiştim ona ölümün gerçeklerini, aslında normal bir şey olduğunu herkesin bununla karşılaşacağını, sadece kendisinin bu ayrıcalığa ulaşmasına vesile olan tufan hikayesini anlatır. Gılgameş yorgunluktan oracıkta uyuyakalır. Utnapiştim ne yaptıysa onu kaldıramaz ve kaç gün uyuduğunu ispatlamak için karısına her gün için yanına bir ekmek koymasını tembihler. Gılgameş 6 gün 7 gece uyur. En sonunda ölümsüzlüğü elde edemeyeceğini anlar. Uruk’a dönmek üzere yola çıkmışken Utnapiştim onu tekrar yanına çağırır. Bir dikenli ot olduğunu, bu otun derin suların en dibinde yetiştiğini ve bunu yiyenin gençleşip eski gücüne kavuştuğunu söyler.
 
Hemen bu dikenli otu aramaya gider ve ayağına taş bağlayarak suyun en dibine dalar. Dikenli otu zor da olsa bulur ve çıkarır. Ancak bu otu yediğinde sadece kendisinin gençleşeceğini, dostları ve arkadaşlarının yaşlı kalacağını düşünür ve arkadaşlarıyla otu paylaşmaya karar verir. Otu sarmalayıp yoluna devam eder.
 
Yolda çok sıcaklar ve otu suyun kenarına bırakıp serinlemek için suya girer. Tam bu sırada bir yılan gelir ve otu yer. Gılgameş buna çok üzülür. Urşanabi onu teselli eder. Gılgameş de sonunda ölümsüzlüğü arama arayışından vazgeçer ve Uruk şehrine geri döner ve ölümlü günlerinin tadını çıkarmaya başlar.
 

Yorum bırakın