Aşkın Kadını: İnanna

Tanrıça İnanna, Sümer Ay Tanrısı Nanna ve Sazlık Tanrısı Ningal’ in kızıdır. 7 büyük Annunaki’den (Sümer panteonu) birisidir. Akadlar’da İştar, Museviler’de Astarte, Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs olarak anılmıştır.

 Sümer şairlerine göre Tanrıça İnanna; toplumun süsü, Sümer ülkesinin neşesidir. Sümerliler İnanna’ya kadınlarda istedikleri bütün nitelikleri atfetmişlerdir. Güzelliğin, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, kurnazlığın ve en önemlisi bereketin ve çoğalmanın sembolü olmuştur. Tanrıların en üstünü Enlil’e istediğini yaptırtmış (Gılgamış ve gök boğası hikayesi), tanrıların en kurnazı Enki’yi kandırmayı başarmıştır (Kutsal me’lerin Eridu’dan Uruk’a getirilmesi).

 Tanrıça İnanna hakkında pek çok hikaye mevcut olsa da bunlardan en önemlisi ve bugün değineceğimiz, toplumumuzda da yaygın olarak kutlanan Nevruz’un ve Hıdırellez’in çıkış noktası olan, Kabil ve Habil öyküsüne ve Tevrat’ta geçen Süleyman’ın Ezgiler Ezgisi’ne dayanak oluşturmuş olan Kutsal Evlenme Hikayesine değineceğiz.

 MÖ 3000 yıllarında Sümer düşünür ve din bilimcileri, Sümer’in en önemli şehri Uruk’un Baştanrıçası İnanna’yı kralları ile evlendirirlerse onların ve verimlilik gücünü ve ölümsüzlüğünü paylaşacaklarını ve böylece ülkelerine bolluk ve bereket geleceğini düşünmüşlerdir.

 Bunun için her nedense, kral listesine göre Uruk’un dördüncü kralı Dumuzi’yi Çoban Tanrısı yaparak Tanrıça İnanna’ya koca seçmişlerdir. Bundan sonra Sümer şair ve ozanları bu konuyu, bazıları açık saçık olan yüzlerce satırlık şiirlerle anlatarak, şarkılar halinde çalarak dinlerinin önemli bir töresi haline getirmişlerdir.

 İnanna, güzelliği, çekiciliği ile erkekleri arkasından koşturur. Bir öyküye göre İnanna ile Kuş Avcısı Tanrısı, Balıkçı Tanrısı , Çiftçi Tanrısı ve Çoban Tanrısı evlenmek ister. İnanna evlenmeye karar verince onları çağırır. Balıkçı en iyi balıklarını, kuş avcısı kuşlarını, çiftçi taze başağında arpayı, çoban da en iyi süt ve kaymağını getirir. İnanna bunlar içinden Çoban Tanrısı Dumuzi’yi seçer. Diğer bir anlatışa göre de, İnanna’nın kardeşi Güneş Tanrısı Utu, onun Dumuzi ile evlenmesini önerir. İnanna önce buna itiraz eder ve Çiftçi Tanrısı ile evlenmek istediğini söyler. Bu kez Dumuzi, kendisini Çiftçi Tanrısı Enkimdu ile karşılaştırarak ondan aşağı olmadığını savunur ve böylece İnanna ile evlenmeyi başarır.

 Öyküye bakacak olursak:

 Tanrıça İnanna’ya kardeşi Güneş Tanrısı Utu Çoban Tanrısı Dumuzi’yle(Tammuz) evlenmesini tavsiye eder. İnanna ise Çiftçi Tanrısı Enkimdu ile evlenmek istediğini söyler ve Dumuzi ve ailesini aşağılamaya başlar. Dumuzi ise kendi ailesiyle Tanrıça’nın ailesini kıyaslayarak ondan aşağı olmadığını gösterir. Tanrıça İnanna’ya kendisiyle evlenmeyi kabul ettirir. Onu köle yapmak için evlenmediğini, ona yün eğdirip, post yoldurmayacağını, masasının bolluk masası olacağını söyler. İnanna onu ülkenin kralı yapacağını, ona ağzından şarap ve bal akıtacağını ve bu sözlerin unutulmadan nesilden nesile aktarılacağını söyler. Bundan sonra ise her iki taraf birbirini tutku dolu sözlerle övmeye başlar. Kadınlık organını ekilmemiş bir tarlaya benzetip bu tarlayı kimin süreceğini sorar. Dumuzi kendisinin yapacağını söyler. Düğün hazırlıkları başlar. Çeşit çeşit mücevherler seçilir, hurmalar toplanır. Onlar için lacivert taştan (lapis lazuli) yatak hazırlanır. Ve birbirlerine şehvetli sözler söylemeye devam ederler.

 Şehvetli şekilde devam eden bu evlilik İnanna’nın Yer Altı Tanrısı olan kız kardeşi Ereşkigal’i ziyarete gitmesiyle birlikte acı dolu bir hale dönüşmeye başlar.

 Ereşkigal, kardeşi İnanna’nın, Yer Altı Dünyasını ele geçirmek için geldiğini düşünür ve yer altı kurallarına göre buraya gelenin bir daha çıkamayacağını, ölü kabul edildiğini söyler. Cinlerine emreder ve Dumuzi’nin yanına İnanna’yı unutması için çok güzel bir kadın göndertir.

 İnanna’nın geri dönmediğini farkeden veziri Ninşubur, Tanrılar Meclisi’ne gider ve Bilgelik Tanrısı Enki’den yardım ister. Enki’nin yardımı ve yer altı dünyasına kendisi yerine birisini göndermesi koşuluyla İnanna yer altından yer altı cinleriyle beraber çıkar. Geçtiği her şehirde, herkesin kendisi için ağladığını görür ve kimseye kıyıp kendi yerine yer altına göndermeye kıyamaz. Kocası Dumuzi’nin yanına gider ve onu kucağında çok güzel bir kadınla görür. Cinlere alın götürün bunu der. Cinler Dumuzi’yi yaka paça sürükleyip götürürken, Dumuzi Güneş Tanrısı Utu’dan onu bir yılana dönüştürmesini ister. Utu ona yardım eder ve bu sayede cinlerin elinden kurtulur. Fakat cinler peşini bırakmaz. Dumuzi, Rüya Tanrıçası olan kardeşi Geştinanna’nın yanına sığınır. Cinler geştinanna’yı sıkıştırsalar da onun nerede olduğunu öğrenemezler. Dumuzi en sonunda kırlarda yakalanır ve yer altı dünyası’na götürülür. İnanna yaptığına pişman olur ve Tanrıça Geştinanna’nın da isteğiyle Dumuzi’nin yerine yarım yıl Geştinanna’nın yer altı dünyasında kalmasını Tanrılar Meclisi’ne kabul ettirir. Bu sayede Dumuzi her sene bahar zamanı olmak üzere 6 ay yeryüzüne çıkar. Çıktığı zaman karısı İnanna ile birleşir.

 Sümerliler bu birleşmenin sonucunda bütün bitkilerin veriminin artacağını, hayvanların yavrulayacağını, her tarafa bereket geleceğini düşünmüşler. Bu günü yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul etmişler ve her yıl bu günü bir Dumuzi yerine geçen kral ve İnanna yerine geçen başrahibenin büyük şenliklerle evlendirilip, Dumuzi ve İnanna hikayesinde geçen birbirlerine söyledikleri aşk şiirlerini çalgılar eşliğinde çalıp söyleyerek kutlamışlardır.

 İşin biraz da toplumsal inanışlara köken olan tarafına değinecek olursak:

1-) Tevrat’ta geçen Süleyman’ın Ezgiler Ezgisi bölümündeki aşk ve şehvet dolu sözlerin bu kutsal bir kitapta neden bulunduğu tartışılmaktayken dikkatli bakıldığında bir Kral olan Süleyman’ın bu sözleri sarfettiği, şiirsel bir şekilde aşkı ifade ettiği ve en önemlisi Sümerliler için çok önemli olan lacivert taş’ın (lapis lazuli) değerli bir süs eşyası olarak geçmesini düşünürsek; bunların zamanında Babil’e sürgün edilen Yahudilerin, Babillilerin yine istila ettiği Sümer ülkesinden getirdikleri tabletlerin etkisi altında kalıp bu bölümü oluşturdukları düşünülebilir.

2-) Yine tevratta geçen habil (çiftçi kardeş) ve kabil (çoban kardeş) hikayesine bakacak olursak, bir çoban ve çiftçinin hediyeler sunması, çobanın çiftçiden baskın gelme çabasını, sonunda kazananın çoban olduğunu görebiliriz ve bu hikayeden köken aldığını düşünebiliriz.

3-) Mezopotamya’da baharın gelişi, doğanın uyanışı kabul edilerek, ateşler üzerinden atlanarak kutlanan Nevruz’un kökeni Sümerlerdeki bu geleneğe bağlı olabilir. Ateş üzerinden atlamak ise Tanrı Dumuzi’nin yer altından çıkışını temsil ettiği düşünülebilir.

4-) Yine Orta Doğu’da baharın gelişi olarak kutlanan Hıdırellez’in hikayesine bakacacak olursak hızır ve ilyas peygamberin yılda bir kere buluşmaları, geçtikleri yerlerin yeşile bürünmesi ve bereketlenmesi inancı bu hikayeden köken almış olarak kabul edilebilir.

Yorum bırakın